3 Kasım 2019 Pazar

YEDİNCİ KITA’YI SİZİN İÇİN GEZDİM


İçinde bulunduğumuz günlerde İstanbul’da yerli ve yabancı sanatçılar ve sanat meraklıları için önemli sanat organizasyonları var. İki yılda bir düzenlenen ve her düzenlendiği yıl İstanbul’un sanat hayatına renk katan Bienalin bu yıl 16.cısı düzenlendi ve 25 ülkeden 56 sanatçının eserleri ile sanatseverlerle buluştu.

16. İstanbul Bienali 14 Eylül- 10 Kasım 2019 tarihleri arasında M.S.G.S.Ü İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada’daki mekanlarda devam ediyor.  

İstanbul Bienali’nin bu seneki konusu insan ve insan dışındaki dünyanın iletişimi ve ekoloji kavramı. Bienal Küratörü Nicolas Bourrioud Bieanal’in ana kavramsal metininde ana temayı Antroposen olarak belirledi.

Antroposen terimi ilk kez Paul Crutzen ve E.F. Stoermer tarafından 2000 yılında ortaya atıldı ve 2002 yılında Nature adlı bilimsel yayındaki makalede yer aldı. Crutzen ve Stoermer içinde bulunduğumuz jeolojik zaman diliminde insan faaliyetleri yüzünden yer sistemleri döngülerinde (örneğin karbon döngüsü, nitrojen döngüsü vb.) meydana gelen düzensizliklerden bahseder. Bu düzensizliklerden birisi de insan kaynaklı iklim değişikliğidir. Okyanusların asidifikasyonu, habitat ve biyoçeşitlilik kayıpları, topraklardaki eşi benzeri insanlık tarihinde görülmemiş kimyasal ve fiziksel değişimler de bu düzensizliklerden sadece bazılarıdır. İnsanoğlunun yer kabuğunda doğanın diğer güçleri kadar ve hatta daha fazla etki bıraktığı bu yeni zamanın isminin Antroposen olması gerektiği savı bu nedenle ortaya atıldı.

İçinde bulunduğumuz bu güzel mavi gezegene ne denli acımasızca zarar vermemizin Bienal’in ana teması olarak seçilmesi ve Bienal ile eş zamanlı organize edilen etkinliklerde yine bu konu çerçevesinde yapılan söyleşiler, filmler kaçırılmaması gereken fırsatlar.


Bienal’in bu yıl ana teması ‘’Yedinci Kıta’’ yani Pasifik Okyanusu’nun akıntıları sonucu okyanus ortasında anakaralardan oldukça uzakta oluşan bir plastik yığınının adı artık Yedinci Kıta.

Bienal sergileri – paralel sergiler ve seminerler, söyleşiler, kısa filmler Bienal etkinlikleri arasında, bunlardan biri Jeremy Narby, Suzanne Husky, Elizabeth A. Povinelli, Ursula Mayer, Umut Yıldırım, Elmas Deniz, Patrick Degeorges, Johannes Büttner  katılımıyla gerçekleşen ‘’Yedinci Kıta’’ ya dikkat çekmek üzere gerçekleşen diyaloglar, katılımcılar mavi gezegenimize verdiğimiz zararı bir kez daha göz önüne çıkarmak üzere, çevre kavramına ve kirliliğine dikkat çeken paylaşımlarda bulundular. Kainatın başlangıcı, sonu ve doğa kültür kavramlarını kendi yorumları ve bakış açılarıyla işlediler tıpkı Bienal mekanlarında eserleriyle yer alan sanatçılar gibi.

Bienal Mekanı olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim Heykel Müzesi, Salıpazarı 5 numaralı antrepo binası Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 11 Mayıs 2012 tarihindeki kararı ile Mimar Sinan Üniversitesi’ne tahsis edilmiş ve Emre Arolat Mimari Grubu’nun restorasyonu ile bugünkü halini almıştır. Mekan, geniş pencereleri, çelik iç mimarisi ve ham beton kiriş ve kolonlarıyla bence Avrupa’nın en modern ve özgün sergi alanlarından biridir.

16. İSTANBUL BİENALİ MİMAR SİNAN RESİM HEYKEL MÜZESİ’NDE DİKKAT ÇEKEN İŞLERİ İLE KADIN SANATÇILARDAN BİR SEÇKİ

Bu dönem hazırlamakta olduğum bitirme projesi kapsamında tüm dikkatim kadınların tarihsel, sosyal ve sanat alanındaki rolleri üzerinde olduğu için Bienal ziyaretlerimde pozitif ayrımcılık yaparak kadın sanatçıların eserleri üzerinde yoğunlaştım. Dünyayı yeniden kurtacak olanların yine kadınlar olduğunu düşündüğüm için kadın sanatçıların çevre kirliliği konusunda nelere dikkat çektiklerini göstermek istedim.

CLAUDIA MARTINEZ GARAY

1983 yılında Peru’nun Ayacucho şehrinde dünyaya gelen Garay, günümüzde Amsterdam’da hayatını sürdürmektedir. Sanatçı, eserlerinde hafıza ve tarihin, imgeler ve kültürel yapıtlarla arasındaki ilişkileri ele alır. Sanatçının 16. İstanbul Bienali’nde sergilenen Yaratıcı başlıklı eseri, hayatta kalmak için yaşam ve ölümün değiş tokuş edilmesini önemli gören Moçe kültüründeki ahiret inancını anlatır. Sergilenen eserde yerleştirme, yerel bitkilerin kesilmiş baskılarının yanında savaşçı ve hayvan portrelerinin dinlenir ve uyur halde bulunduğu kazılmamış bir alanı anlatırken seramik parçalar ise  Peru’dan yağmalanarak yurtdışındaki müzelere satılan gerçek seramiklerin kalıntılarını ele alır.

Garay, yapıtlarında Peru’nun sosyo-politik hafızası ve tarihi ile yapıtlarının gayriresmi görsel arşivlerle olan ilişkisini inceler. Böylelikle sanatçı yerleştirme ve videolarında geçmiş hakkında tahminler yapar. 

Sanatçının eserinin bendeki çağrışımı, farklı dinlerden ve ülkelerden olsalar da aslında insanların temelde aynı inançlara sahip oldukları ve bu inançlarla aynı korkuları yıllar boyu yaşadıkları oldu.


 ÖZLEM ALTIN

1977 yılında Almanya’nın Goch kentinde dünyaya gelen Özlem Altın, günümüzde Berlin’de yaşamaktadır. Özlem Altın, mekana özgü yerleştirmelerinde, var olan alıntıları farklı bir amaca hizmet edecek biçimde baştan düzenliyor. Bu alıntıların pek çoğu sanatçının bir aktarım, iletişim, yankı, yansıma ve geribildirim alanı olarak gördüğü insan bedeni ile ilgileniyor.

İzleyiciye, insan bedeninin sürekli bilgi ve işaretler gönderdiğini, dokunma duyusunun ise iletişimin olmazsa olmaz bir yönü olduğunu hatırlatıyor. Sanatçının geçiş anlarını vurgulayan çalışması ise başka alanlara açılan alanlar olarak portallar nosyonunu ele alıyor.

 
Özlem Altın, bence geniş bir buluntu imge koleksiyonundan seçtiği, internetten aldığı kopya ve baskıları yoğun kolajlar ve karışık yerleştirmeler içinde kavramsallaştırıp ana malzemenin içinde hiçbir hiyerarşi gözetmeden resim ve fotoğrafları yan yana koyup insanın varoluşunun iç durumlarını ve dışsal kısıtlamalarını meydana çıkartmayı amaçlamakta. Bu anlamda bir Türk kadın sanatçı olarak farklı bakış açısını Bienal ziyaretçilerine sunmakta. Sanatıyla çağrışımsal bir görsel anabilim geliştirmiş olduğunu ispatlıyor.



ELMAS DENİZ


1981 yılında Bergama’da dünyaya gelen Elmas Deniz, İstanbul’da yaşamaktadır. Çalışmalarında ekonomi ve doğa arasındaki kesişimleri  araştıran Deniz, ekonomik sistemin algımızı belli belirsiz bir manipülasyon üzerinden sürekli olarak yeniden şekillendirdiğini sorgular ve değerin dağılımındaki yanıltıcılığa ışık tutar ve deniz, insan-doğa ilişkisi, tarih boyunca doğa fikri ve ekolojik kaygılar konusunda çalışmalar yapar.

Elmas Deniz, kavramsal çalışmalarında kapitalizmin getirdiği ekolojik değişimlerden bahseder. İnsan eliyle coğrafyanın değiştirilmesini ve doğanın uğradığı tahribatı inceler. Bu süreçte 2 yapıt sergilemektedir. İlki, İstanbul’un Şişli’den Taksim Meydanı’na kadar olan bölgesini kapsayan üç boyutlu rölyeftir. Rölyefte günümüzde üzerinden yolların geçtiği nehir ve dere yatakları işlenmiştir. Diğer çalışmada ise Bergama yakınlarındaki bir derede olan çok parçalı bir duvar yerleştirilmesini işlemiştir. Yapıt, daha çok doğa veya insan kaynaklı çevresel dönüşüm ve tükenişlerden bahseder.

Bienal kapsamında seçtiğim ikinci Türk kadın sanatçı olan Elmas Deniz’in özellikle Şişli’den Taksim’e üçboyutlu rölyefi bence sergideki en dikkat çekici eserlerden biriydi, üç boyutlu rölyef ahşap oyma tekniği kullanılarak oluşturulmuş ve şehrimizin ilk halinin üç boyutlu modeli olma özelliği ile bence bütün şehir bölge planlamacılarının ilgi odağı olmaktadır. 





JENİFFER TEE
1973 yılında Hollanda’nın Arnhem şehrinde dünyaya gelen Jeniffer Tee, 
Amsterdam’da hayatını sürdürmektedir. Tee, eserlerinde kültürel melezlik, kimlik ve dil
deneyimleri ile insanlar, metalar ve doğadan nesneler arasındaki ticaret rotalarını ele alır.

Tee sergideki yapıtlarında ise lale motifini işliyor, sanatçının sergilediği kurutulmuş 
lale yapraklarıyla oluşturduğu kolajlar, Sumatra’ nın tampan ve palepai adlı dokuma 
kumaşlarında işlenen desenleri temel almakta.Sanatçı eserlerinde yeni hayatlara 
yelken açan ruhları tasvir etmekte. Aynı zamanda Tee, Hollanda’daki Hortus Bulborum 
adlı müze bahçesinde yaptığı araştırmada birkaç dansçının icra ettiği bir eko-şiir 
performansı için Jane Lewty ile iş birliği yaptı ve bu yapıtlarının yanında ziyaretçilerin 
üzerine ulaşabilecekleri bir el örgüsü halı sergilemekte.
Ayrıca Tee’ nin ürettiği nesneler ruhun yolculuğunun maddi temsilleri olarak düşünülmektedir.
Bence Jenifer Tee’nin eserleri gerek kolajlardaki detay çalışmaların gerektirdiği emekle 
ve eserlerin alt metnindeki ince ruhunun esere yansımasıyla çok dikkat çekici. 
Bienal ziyaretçilerinin atlamaması gereken eserler.








MARIECHEN DANZ

1980 Yılında İrlanda’nın Dublin şehrinde dünyaya gelen Danz, şu anda Berlin’de yaşamaktadır. Danz’ın eseri Haliç Tersanesinde bulunan 2455 adet tuğladan oluşur. Bu tuğlaların her birinin üzerinde insan organlarının modelleri ve insan bedeninin imgeleri vardır. Bu imgeler tuğlalara bir damga gibi basılmıştır. Tuğlalar bedenin fosilleşerek mimari yapılara dönüştüğü bir semboller sistemi oluşturarak çevremizin oluşumunda insan emeğinin oynadığı rolü vurgulamaktadır.
Sanatçının bu yerleştirmesinin yapım süreçlerini cisimleştiren çok sayıda figüratif heykel ve eski rasathanelere ve haritacılık araçlarına gönderme yapan bir ölçüm aleti eserin tamamını oluşturur. Yapıt insan formuna ve onun geleceğine dair ileriye dönük bir anlayış kurmak için geçerliliğini yitirmiş bilgi sistemlerine değiniyor.

Bence Danz’ın yerleştirmesi Bienal’de gerek ayrılan alanın büyüklüğü, gerekse kullanılan malzemenin (2455 adet tuğla) derin anlamlar taşıyan yerleşimi ile vermek istediği mesajları ziyaretçilerde izler bırakarak veren,en etkili sergi alanlardan biriydi. 







Bienal ziyaretim bana bir kez daha hatırlattı ki, hayatımızda kadının her konuda ve her alandaki kaptanlığı kadın sanatçıların Bienal’deki eserlerinde de kendini fazlasıyla hissettirmekte. Kadın sanatçıların eserlerindeki ince ve etkileyici üslup tüm ziyaretçileri derinden etkilemekte. Umarım erkekler olarak dünyamıza ve kadına artık çok daha fazla özen göstermemiz gerektiğini anlamışızdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder