19 Kasım 2019 Salı

EYLÜL’DE BİR CENNET… DÜDEN!


CENNETİN ADI DÜDEN...


Eylül’de Antalya bir başka güzel olur. Ben de bu keyfi yaşamak için Eylül ayının ikinci hafta sonunu Antalya’da geçirdim. Bu kez Antalya’da tanıştığım en unutulmaz kişi taksi şoförü Ali Bey oldu. Antalya seyahatim öncesinde elbette bir seyahat planım vardı ve o planıma uygun hareket ettim. Planda ilk durak Düden Şelalesi idi.

Düden Şelalesi Antalya ili Kepez ilçe sınırları içerisinde yer alır, halk arasında İskender Şelalesi ve Yukarı Düden Şelalesi olarak da anılır, ayrıca Düdenbaşı Şelalesi olarak da bilinir. Düden Şelalesine en rahat ulaşım Antalya’nın kibar taksi şoförlerinin kullandığı taksilerdir. Nerden mi biliyorum, çünkü ben Ali Bey ile harika bir kaç saat geçirdim. Bana hem şoförlük, hem rehberlik hem de fotoğrafçım olarak hizmet verdi. Kendisini bu yazımda sevgiyle anmak istiyorum. Muratpaşa ‘da yol üzerinde gördüğüm ilk taksi durağında rastladım kendisine. Durakta, Eylül ayının ikinci Cumartesi günü taksiciler keyifli bir sohbetin ortasındaydılar, keyifli ve rahat görünüyorlardı; sanırım bunun nedeni Antalya’da İstanbul’daki gibi bir trafik sorunun olmaması. Taksi durağına bir taksi ihtiyacım olduğunu söylediğimde meğer sıradaki Ali Bey, benim günümü en verimli geçirmeme yardım edecek koçum olacaktı. Bu seyahatim bana turizm cenneti şehrimizin insanının da ne denli içten ve dost canlısı olduğunu öğretti. Antalya’yı gerçekten ne kadar çok sevdiklerini gördüm ve yerli ve yabancı tüm turistlere gerçek Türk misafirperverliğini gösterdikleri için onlara teşekkür ediyorum.

Düden Şelalesinde mavi – yeşil aşkını yaşamayı beklemiyordum. Mavi –yeşilin insanlar için nefes olduğunu orada anladım. Beş duyumuz orada hep beraber hareket ediyor sanki, dünyanın en güzel müziğini dinlerken, suyun bu kadar güzel koktuğunu ilk kez burada hissettim. Eylül ayı Düden Şelalesi’ni ziyaret etmek için en güzel zamanmış meğer. Akdeniz’de Sonbahar ayları ayrı bir güzel çünkü sıcak artık insanı yakmadan tatile eşlik eder, denize girmek için, gezmek için güzel fırsatlar verir, günün her saatinde yapılacak güzellikler sunar.

Düden Şelalesi Milli Parkı, Antalya yakınında zümrüt yeşili doğasıyla insanın başını döndüren Milli Parklarımızdan biridir. Ülkemizin ve dünyanın farklı bölgelerinden ziyarete gelen turistlere mis gibi kokan havası, huzur veren atmosferi ve en keyifli müzik ezgilerinden daha keyifli suyun sesi ile cenneti yaşatır. Düden Şelalesi, bazen ağır ağır bazen alelacele şırıl şırıl akarak ziyaretçilerini sanki hipnoz etkisine alır ve bilinçaltındaki negatif düşünceleri temizler böylelikle insana huzur verir, o muhteşem an’dan ayrılmak istemezsiniz.

Ziyaretim sırasında şelalenin çevresindeki ağaçların altına oturup serin serin kitaplarını okuyan bir grup genç kadın dikkatimi çekti, Antalya’nın sıcak kumsallarında denize girmek yerine, tüm günlerini bu masalsı mekanda geçiriyor gibiydiler. Park, yaz döneminde 08.00-19.00, kış döneminde ise 08.00- 18.00 saatleri arası açık ve Giriş Ücreti kişi başı 3 TL, yani yanınızdaki sandviçlerinizle sabahtan akşama burada ayrı bir dünyaya kaçma fırsatını yakalarsınız. Yeşilin her tonunu bünyesinde barındıran Düden Şelalesi Milli Parkı, insana sihirli bir mekanda olduğu hissini veriyor gerçekten. Bu arada buradaki ritüelin bir de olmazsa olmazı var, o da, Düden Şelalesi’nin içindeki mağaraya girmek. Tabii ben de mağaraya girdim, çünkü mağaranın içinde şelaleden akan suyun sesini dinlerken aynı zamanda unutulmaz fotoğraflar çekmek istedim. Eminim ki bu yaşadığım an eve dönünce huzur bulmak için en zorlandığım zamanlarda hatırlananlar listemde olacak. Hani vardır ya kışın en yoğun ve en koşuşturmalı zamanlarında, okuldan veya işten eve dönünce şöyle koltuğunuza gömülüp, gözlerinizi kapayıp keyifli anlardan birine gitmeyi hayal eder ya insan, işte Düden Şelalesi Milli Parkı anları tam da o koltukta hatırlanacaklar listenin başındaki yerlerden biri benim için. Antalya’nın en sıcak günlerinde bile yağmuru özleyenler şelalenin mağarasında biraz yağmur altında kalma hissini yaşayabilirler, biraz ıslanmaktan zarar gelmez değil mi.

Rehberim Ali Bey’in anlattığına göre eski Antalya- Burdur yolunun 28.kilometresindeki Kırkgözler’ in 30 kilometre ilerisinde Pınarbaşı adında 2 büyük karstik kaynak çıkar. Suyu bol olan 2 nehir kısa bir akıştan sonra birleşir ve Bıyıklı Düdeni içinde kaybolur. Kaybolan su 14 km. kadar yerin altında gittikten sonra Varsak Çöküntüsü’ nün bir ucundan çıkar, kısacık bir akıntıdan sonra öbür ucundan tekrar batar. Sonrasında Düdenbaşı’ nda tekrar ortaya çıkar. Düdenbaşı’ nda yukarıdan şelale yaparak akan su Kepez hidroelektrik santralinden gelen sudur ve Düdenbaşı’ ndan sonra koyunlar regülatöründe, iki ana kanala ayrılan Düden Çayı, 9 km. sonra Antalya’nın doğusunda 40 metre yüksekliğindeki traverten bir eşikten şelale yaparak Akdeniz’e dökülür.

Düden Şelalesinin Akdeniz’e döküldüğü yer Aşağı Düden Şelalesi’dir. Karpuzkaldıran Şelalesi olarak ismi bilinen bu şelale, Düden Şelalesi’nin devamı olduğu ve Akdeniz’e döküldüğü için bazı kaynaklarda Düden Kıyı Şelalesi olarak geçer. Düden Kıyı Şelalesi, Lara yakınlarındadır ve Antalya Şehir Merkezi’ne 8 km. uzaklıktadır. Yakınında Düden Parkı, Gençlik Parkı ve Karpuzkaldıran Askeri Tesisleri bulunur. Şelale, Karpuzkaldıran Bölgesi’nde olduğu için Karpuzkaldıran Şelalesi olarak geçer; Düden Şelalesi’nin aşağı kısmı olarak kabul edildiği için ise Aşağı Düden Şelalesi olarak bilinir. Aşağı Düden Şelalesi 40 metrelik falezlerden denize dökülür.   


Gözlemlerime göre Antalya’yı ziyaret eden doğa sever gezgin kadınların gözdesi olan Düden Şelalesi gibi bir çok kadın dostu alan var bu şehirde. Konyaaltı bölgesi bile adeta kadın dostu olarak yeniden planlanmış. Müzelerden Antalya Arkeoloji Müzesi ve Antalya Kadın Müzesi kadın turistlerin ziyaret ettikleri müzelerin başında gelir. Antalya Müzesi,1922 yılında öğretmen Süleyman Fikri Erten tarafından 1.Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeye gelen işgal güçlerinin yağmasından kurtarılan eserlerin korunması amacıyla kuruldu. İlk olarak Kaleiçi’nde Alaaddin Camii’nde, daha sonra Yivli Minare’de yer alan müze, 1972 yılında günümüzdeki binasına taşındı. Antalya Müzesi günümüzde 30.000 metrekareyi kaplayan bir alanda 14 sergi salonu ile heykel ve değişik eserlerin sergilendiği açık hava galerileri ve bahçeden oluşur. Müzede, Antalya Bölgesi’nin sınırları içerisinde yer alan Likya, Pamfilya ve Pisidya Bölgelerinin önemli bir bölümündeki tarihi eserler sergilenir.

ANTALYA’NIN KADIN DOSTU MÜZELERİ

Arkeolojik zenginlikleriyle eşsiz bir Açıkhava müzesi ve uluslararası bir kazı merkezi durumunda olan Antalya’da her yıl farklı ülkelerden olan bilim adamları kazılar yapar. Bölgede çok sayıda kurtarma kazısı ve çevre düzenleme çalışmaları Antalya Müzesi tarafından yürütülür. Antalya Müzesi, arkeoloji ve tarih müzesi olup aynı zamanda Bölge Müzesi olarak ta bilinir. Koleksiyonunda olan eserlerin büyük bölümü bölgede yapılan kazılardan elde edilmiştir. Etnografik eserler ise müze uzmanları tarafından derlenmiştir. Müze salonlarında, Antalya topraklarının geçmişten günümüze kadar kesintisiz olarak süren binlerce yıllık geçmişini yansıtan kronolojik ve birbirinden farklı eserler sergilenmektedir. Özellikle Perge bölgesinde bulunan Roma Dönemi heykeltıraşlık eserleriyle Antalya Müzesi, dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alır.

Antalya Kadın Müzesi ise, 23 Kasım 2015 tarihinde başlangıçta sanal bir şekilde, ardından eğitsel, sanatsal ve sosyokültürel alanlarda dinamik bir aktivite merkezi olarak törenle açıldı. Müze açılışında konuşan Antalya Kadın Müzesi’nin kurucusu, Antalya Tanıtım Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Nizamettin Şen; “Antalya’nın varları sadece deniz, kum, güneş, gastronomi, endemik bitkiler yada kelebekler değil. Antalya’nın varlığı Antalya insanı ve kadınıdır. Onun için Antalya’nın kadın müzesine ihtiyacı olduğunu düşündük. Süregelen kadın hareketinin devamı olarak da hem sanal ortamda hem de ileriki dönemlerde fiziki yapıda yapılması gerektiğine inanıyoruz.” açıklamasında bulundu.


Antalya Kadın Müzesi’nin kuruluş amacı, şehir merkezinde ve kırsal alanda kadın yurttaşlığını yükseltmek, kadınlarla ilgili her türlü konuyu ele alarak kadınların toplumda var olma ve hak ettikleri yeri alma mücadelesi esnasında verdikleri emeği anlatmaktır. Ayrıca müze, kadınlara özel olarak hitap eden ve Antalya’nın geleneksel tarihinin bir parçası olan takı ve aksesuarların satışının yapılacağı bir sanal mağazaya da ev sahipliği yapmaktadır. Mağazada takı olarak telkari inci gerdanlık, telkari mercan gerdanlık, telkari pıt pıt ikili set gibi ürünler satılır. Bunun yanında Antalya Kelebekleri, Yemek Kitabı gibi kitaplar da satıştadır.

Antalya Kadın Müzesi’nde 3 tane farklı sergi vardır.

     1- ANTALYA’NIN BİNLERCE YILLIK TANRIÇALARI

Sergide Neolitik Dönem ve öncesi anlatılır. Antik çağlarda Likya, Pamphylia ve Pisidia bölgelerini karşılayan Antalya ilinin antik dönem tanrıçaları ile ilgili zengin kültüre sahip oldukları bölgedeki kalıntılardan ve yazılı dönemden anlaşılmaktadır. Klasik ve Helenistik dönemlerde Anadolu ve Eski Yunan Tanrıçaları Olympos Tanrılar ailesinin üyeleri
Olarak tapınırlarken Roma Dönemi’nde bazı tanrı ve tanrıçalar gezegen isimleri olarak anılan kimliğe büründüler. Helenistik ve Roma Dönemlerinde ise devlet Pantheonu’ nun unsurları kabul gördü ama bazı erken yerli kültler de Pantheon’ da varlıklarını sürdürdüler.
Bu sergide, Perge Antik Kenti’nde ele geçen ve Antalya Müzesi’nde sergilenen Roma Dönemi’ne ait tanrıça heykellerinden oluşan bir seçki vardır. Bu seçkide asal ve yaygın tanrıçalar vardır. Bunlar, Kybele, Artemis, Aphrodithe, Athena, Leto, Hekate, Hygeia, Tyhke, Nemesis ve Musalar kadın tanrıçalarıdır.
      
  2- YÖRÜK KADIN BAŞLARI SERGİSİ

Sergide, mor fesli elmalı gelin alınlığı, Osmanlı paralı fes, iğne oyalı fes, koşarlı fes, yeşil elbili fes, kırmızı elbili fes, cemelek, nakışlı krep ve tepelik gibi kadınların Osmanlı Dönemi’nde ve öncesinde başlarına taktıkları fesler sergilenmektedir.

  3- YÖRÜK KADIN KIYAFETLERİ SERGİSİ

ÜÇETEK

Uzun bir cebeni andıran, kadife, ipek, çitari veya kutnu kumaşlardan oluşan önü açık belden itibaren etek kısmı üç parçadan oluşur. Maraş işi, sim sırma işleme, oyalar ile süslenen üçeteğin öndeki iki parçası bele bağlanır. Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır. Bazen de telkari gümüş işçiliği ile yapılmış ön tarafta gümüşten tokası bulunan gümüş kemer takılır

Üç etek içine genellikle basmadan ya da ipekten yapılmış ağı geniş şalvar, Canfır ve Melas kumaştan yarım yakalı, bağrı açık yaka ağzına, bağır (göğüs)kısmı pullu veya oyalarla süslenmiş içlik (Göynek) veya İçliğin kumaşından yine yaka ve göğsü iğne-pullu oyalı Omuz genişliğinde, yakası açık, kolları ve arkası olmayan hakim yakalı tek parçalı bağırtlak(boyunluk sütlük göğüslük) giyilir.

Üç etek üzerine kollu, üzeri sırmalı fermene diye adlandırılan kısa yelek de kullanılmaktadır.

BİNDALLI
Bindallı Yörük kızlarının düğünlerinde giydikleri gelinliklerdir. Evlendikten sonra       katıldıkları tüm düğünlerde kullanılmaktadır.


YÖRÜK KADIN GİYSİLERİ
Genellikle koyu kırmızı, mor, lacivert gibi koyu renk kadife ve atlas tekniklerle dal, yaprak, çiçek vs. motifler işlenmiş tek parça önü kapalı giysidir.       

     
    BAŞLAR
Üç etek ve bindallılarda başta fes tepelikli olarak kullanılır. Fes üzerine beyaz, oyalı, pullu, yazmalar bağlanır. Pullu ve oyalı örtülerin yanında yeşil, sarı, beyaz, kırmızı renkte yemeniler örtülür. Bu renkler Yörüklerin Orta Asya’dan beri geleneksel renkleridir. Giyenin bekar, nişanlı veya evli olduğunu anlatabilecek niteliktedir.

Yörük kadınları her çeşit malzemeyi süs olarak kullanır, çiçekler bitki tohumları, boncuklar, pul, düğmeler, deniz kabukları renk renk iplikler, yün parçaları, püsküller, at kılları, madeni parçalar ve kanatlı hayvan tüyleri kullanır.

Fesin uç kısmında "alınlık" denilen bir sıra altın veya "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır. Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde, fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır.

Saçlar, saçlara yapılan örgüler, örgülerin miktarı, kahküller ve zülüfler ile baş süslenmeleri ile bu süsleme şekilleri, evli ya da bekar olduğunu gösterir.

Başa örtüler, örtülerin kenarlarına yapılan oyalar bile giyenin bekar, nişanlı veya evli olduğunu anlatabilecek niteliktedir.


AYAĞA GİYİLENLER
Ayakta, işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur. Zaman zaman da çarığın yerini mes alır.

Serginin amacı, toplumları ve toplumların bireylerini çeşitli yönleri ve boyutlarıyla tanımada ele alınması gereken önemli özelliklerinden birisi olan onların giysi kültürleridir. Bir toplumun giysi kültürü, o toplumun özgün ekolojik koşullarını, ekonomik yapı ve olanaklarını, çeşitli gelenek ve törelerini, değer yargılarını, estetik ve sanatsal özelliklerini, etik değerlerini kapsamlı bir biçimde tanıma konusunda oldukça önemli bilgiler sunar.

Sergide, Antalya Olgunlaşma Enstitüsü tarafından yapılan bölge kültürünü daha iyi tanıma ve tanıtabilmek amacıyla Akdeniz ve Antalya’da yaşayan Yörükler ile ilgili geniş kapsamlı araştırmalar, araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerle yapılan koleksiyonlar sunulmaktadır.


Benim için bu Antalya seyahatinin hayatımdaki ilklerle ilgili bir çok özelliği var ama Antalya’nın bu denli Kadın Dostu bir kent olması hayatımda hep var olmasına neden olacaktır, çünkü cennet anaların ayakları altındadır derler ya cennet vatanımın bu cennet kenti işte bu deyişin kaynağıdır bence.

3 Kasım 2019 Pazar

YEDİNCİ KITA’YI SİZİN İÇİN GEZDİM


İçinde bulunduğumuz günlerde İstanbul’da yerli ve yabancı sanatçılar ve sanat meraklıları için önemli sanat organizasyonları var. İki yılda bir düzenlenen ve her düzenlendiği yıl İstanbul’un sanat hayatına renk katan Bienalin bu yıl 16.cısı düzenlendi ve 25 ülkeden 56 sanatçının eserleri ile sanatseverlerle buluştu.

16. İstanbul Bienali 14 Eylül- 10 Kasım 2019 tarihleri arasında M.S.G.S.Ü İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada’daki mekanlarda devam ediyor.  

İstanbul Bienali’nin bu seneki konusu insan ve insan dışındaki dünyanın iletişimi ve ekoloji kavramı. Bienal Küratörü Nicolas Bourrioud Bieanal’in ana kavramsal metininde ana temayı Antroposen olarak belirledi.

Antroposen terimi ilk kez Paul Crutzen ve E.F. Stoermer tarafından 2000 yılında ortaya atıldı ve 2002 yılında Nature adlı bilimsel yayındaki makalede yer aldı. Crutzen ve Stoermer içinde bulunduğumuz jeolojik zaman diliminde insan faaliyetleri yüzünden yer sistemleri döngülerinde (örneğin karbon döngüsü, nitrojen döngüsü vb.) meydana gelen düzensizliklerden bahseder. Bu düzensizliklerden birisi de insan kaynaklı iklim değişikliğidir. Okyanusların asidifikasyonu, habitat ve biyoçeşitlilik kayıpları, topraklardaki eşi benzeri insanlık tarihinde görülmemiş kimyasal ve fiziksel değişimler de bu düzensizliklerden sadece bazılarıdır. İnsanoğlunun yer kabuğunda doğanın diğer güçleri kadar ve hatta daha fazla etki bıraktığı bu yeni zamanın isminin Antroposen olması gerektiği savı bu nedenle ortaya atıldı.

İçinde bulunduğumuz bu güzel mavi gezegene ne denli acımasızca zarar vermemizin Bienal’in ana teması olarak seçilmesi ve Bienal ile eş zamanlı organize edilen etkinliklerde yine bu konu çerçevesinde yapılan söyleşiler, filmler kaçırılmaması gereken fırsatlar.


Bienal’in bu yıl ana teması ‘’Yedinci Kıta’’ yani Pasifik Okyanusu’nun akıntıları sonucu okyanus ortasında anakaralardan oldukça uzakta oluşan bir plastik yığınının adı artık Yedinci Kıta.

Bienal sergileri – paralel sergiler ve seminerler, söyleşiler, kısa filmler Bienal etkinlikleri arasında, bunlardan biri Jeremy Narby, Suzanne Husky, Elizabeth A. Povinelli, Ursula Mayer, Umut Yıldırım, Elmas Deniz, Patrick Degeorges, Johannes Büttner  katılımıyla gerçekleşen ‘’Yedinci Kıta’’ ya dikkat çekmek üzere gerçekleşen diyaloglar, katılımcılar mavi gezegenimize verdiğimiz zararı bir kez daha göz önüne çıkarmak üzere, çevre kavramına ve kirliliğine dikkat çeken paylaşımlarda bulundular. Kainatın başlangıcı, sonu ve doğa kültür kavramlarını kendi yorumları ve bakış açılarıyla işlediler tıpkı Bienal mekanlarında eserleriyle yer alan sanatçılar gibi.

Bienal Mekanı olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim Heykel Müzesi, Salıpazarı 5 numaralı antrepo binası Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 11 Mayıs 2012 tarihindeki kararı ile Mimar Sinan Üniversitesi’ne tahsis edilmiş ve Emre Arolat Mimari Grubu’nun restorasyonu ile bugünkü halini almıştır. Mekan, geniş pencereleri, çelik iç mimarisi ve ham beton kiriş ve kolonlarıyla bence Avrupa’nın en modern ve özgün sergi alanlarından biridir.

16. İSTANBUL BİENALİ MİMAR SİNAN RESİM HEYKEL MÜZESİ’NDE DİKKAT ÇEKEN İŞLERİ İLE KADIN SANATÇILARDAN BİR SEÇKİ

Bu dönem hazırlamakta olduğum bitirme projesi kapsamında tüm dikkatim kadınların tarihsel, sosyal ve sanat alanındaki rolleri üzerinde olduğu için Bienal ziyaretlerimde pozitif ayrımcılık yaparak kadın sanatçıların eserleri üzerinde yoğunlaştım. Dünyayı yeniden kurtacak olanların yine kadınlar olduğunu düşündüğüm için kadın sanatçıların çevre kirliliği konusunda nelere dikkat çektiklerini göstermek istedim.

CLAUDIA MARTINEZ GARAY

1983 yılında Peru’nun Ayacucho şehrinde dünyaya gelen Garay, günümüzde Amsterdam’da hayatını sürdürmektedir. Sanatçı, eserlerinde hafıza ve tarihin, imgeler ve kültürel yapıtlarla arasındaki ilişkileri ele alır. Sanatçının 16. İstanbul Bienali’nde sergilenen Yaratıcı başlıklı eseri, hayatta kalmak için yaşam ve ölümün değiş tokuş edilmesini önemli gören Moçe kültüründeki ahiret inancını anlatır. Sergilenen eserde yerleştirme, yerel bitkilerin kesilmiş baskılarının yanında savaşçı ve hayvan portrelerinin dinlenir ve uyur halde bulunduğu kazılmamış bir alanı anlatırken seramik parçalar ise  Peru’dan yağmalanarak yurtdışındaki müzelere satılan gerçek seramiklerin kalıntılarını ele alır.

Garay, yapıtlarında Peru’nun sosyo-politik hafızası ve tarihi ile yapıtlarının gayriresmi görsel arşivlerle olan ilişkisini inceler. Böylelikle sanatçı yerleştirme ve videolarında geçmiş hakkında tahminler yapar. 

Sanatçının eserinin bendeki çağrışımı, farklı dinlerden ve ülkelerden olsalar da aslında insanların temelde aynı inançlara sahip oldukları ve bu inançlarla aynı korkuları yıllar boyu yaşadıkları oldu.


 ÖZLEM ALTIN

1977 yılında Almanya’nın Goch kentinde dünyaya gelen Özlem Altın, günümüzde Berlin’de yaşamaktadır. Özlem Altın, mekana özgü yerleştirmelerinde, var olan alıntıları farklı bir amaca hizmet edecek biçimde baştan düzenliyor. Bu alıntıların pek çoğu sanatçının bir aktarım, iletişim, yankı, yansıma ve geribildirim alanı olarak gördüğü insan bedeni ile ilgileniyor.

İzleyiciye, insan bedeninin sürekli bilgi ve işaretler gönderdiğini, dokunma duyusunun ise iletişimin olmazsa olmaz bir yönü olduğunu hatırlatıyor. Sanatçının geçiş anlarını vurgulayan çalışması ise başka alanlara açılan alanlar olarak portallar nosyonunu ele alıyor.

 
Özlem Altın, bence geniş bir buluntu imge koleksiyonundan seçtiği, internetten aldığı kopya ve baskıları yoğun kolajlar ve karışık yerleştirmeler içinde kavramsallaştırıp ana malzemenin içinde hiçbir hiyerarşi gözetmeden resim ve fotoğrafları yan yana koyup insanın varoluşunun iç durumlarını ve dışsal kısıtlamalarını meydana çıkartmayı amaçlamakta. Bu anlamda bir Türk kadın sanatçı olarak farklı bakış açısını Bienal ziyaretçilerine sunmakta. Sanatıyla çağrışımsal bir görsel anabilim geliştirmiş olduğunu ispatlıyor.



ELMAS DENİZ


1981 yılında Bergama’da dünyaya gelen Elmas Deniz, İstanbul’da yaşamaktadır. Çalışmalarında ekonomi ve doğa arasındaki kesişimleri  araştıran Deniz, ekonomik sistemin algımızı belli belirsiz bir manipülasyon üzerinden sürekli olarak yeniden şekillendirdiğini sorgular ve değerin dağılımındaki yanıltıcılığa ışık tutar ve deniz, insan-doğa ilişkisi, tarih boyunca doğa fikri ve ekolojik kaygılar konusunda çalışmalar yapar.

Elmas Deniz, kavramsal çalışmalarında kapitalizmin getirdiği ekolojik değişimlerden bahseder. İnsan eliyle coğrafyanın değiştirilmesini ve doğanın uğradığı tahribatı inceler. Bu süreçte 2 yapıt sergilemektedir. İlki, İstanbul’un Şişli’den Taksim Meydanı’na kadar olan bölgesini kapsayan üç boyutlu rölyeftir. Rölyefte günümüzde üzerinden yolların geçtiği nehir ve dere yatakları işlenmiştir. Diğer çalışmada ise Bergama yakınlarındaki bir derede olan çok parçalı bir duvar yerleştirilmesini işlemiştir. Yapıt, daha çok doğa veya insan kaynaklı çevresel dönüşüm ve tükenişlerden bahseder.

Bienal kapsamında seçtiğim ikinci Türk kadın sanatçı olan Elmas Deniz’in özellikle Şişli’den Taksim’e üçboyutlu rölyefi bence sergideki en dikkat çekici eserlerden biriydi, üç boyutlu rölyef ahşap oyma tekniği kullanılarak oluşturulmuş ve şehrimizin ilk halinin üç boyutlu modeli olma özelliği ile bence bütün şehir bölge planlamacılarının ilgi odağı olmaktadır. 





JENİFFER TEE
1973 yılında Hollanda’nın Arnhem şehrinde dünyaya gelen Jeniffer Tee, 
Amsterdam’da hayatını sürdürmektedir. Tee, eserlerinde kültürel melezlik, kimlik ve dil
deneyimleri ile insanlar, metalar ve doğadan nesneler arasındaki ticaret rotalarını ele alır.

Tee sergideki yapıtlarında ise lale motifini işliyor, sanatçının sergilediği kurutulmuş 
lale yapraklarıyla oluşturduğu kolajlar, Sumatra’ nın tampan ve palepai adlı dokuma 
kumaşlarında işlenen desenleri temel almakta.Sanatçı eserlerinde yeni hayatlara 
yelken açan ruhları tasvir etmekte. Aynı zamanda Tee, Hollanda’daki Hortus Bulborum 
adlı müze bahçesinde yaptığı araştırmada birkaç dansçının icra ettiği bir eko-şiir 
performansı için Jane Lewty ile iş birliği yaptı ve bu yapıtlarının yanında ziyaretçilerin 
üzerine ulaşabilecekleri bir el örgüsü halı sergilemekte.
Ayrıca Tee’ nin ürettiği nesneler ruhun yolculuğunun maddi temsilleri olarak düşünülmektedir.
Bence Jenifer Tee’nin eserleri gerek kolajlardaki detay çalışmaların gerektirdiği emekle 
ve eserlerin alt metnindeki ince ruhunun esere yansımasıyla çok dikkat çekici. 
Bienal ziyaretçilerinin atlamaması gereken eserler.








MARIECHEN DANZ

1980 Yılında İrlanda’nın Dublin şehrinde dünyaya gelen Danz, şu anda Berlin’de yaşamaktadır. Danz’ın eseri Haliç Tersanesinde bulunan 2455 adet tuğladan oluşur. Bu tuğlaların her birinin üzerinde insan organlarının modelleri ve insan bedeninin imgeleri vardır. Bu imgeler tuğlalara bir damga gibi basılmıştır. Tuğlalar bedenin fosilleşerek mimari yapılara dönüştüğü bir semboller sistemi oluşturarak çevremizin oluşumunda insan emeğinin oynadığı rolü vurgulamaktadır.
Sanatçının bu yerleştirmesinin yapım süreçlerini cisimleştiren çok sayıda figüratif heykel ve eski rasathanelere ve haritacılık araçlarına gönderme yapan bir ölçüm aleti eserin tamamını oluşturur. Yapıt insan formuna ve onun geleceğine dair ileriye dönük bir anlayış kurmak için geçerliliğini yitirmiş bilgi sistemlerine değiniyor.

Bence Danz’ın yerleştirmesi Bienal’de gerek ayrılan alanın büyüklüğü, gerekse kullanılan malzemenin (2455 adet tuğla) derin anlamlar taşıyan yerleşimi ile vermek istediği mesajları ziyaretçilerde izler bırakarak veren,en etkili sergi alanlardan biriydi. 







Bienal ziyaretim bana bir kez daha hatırlattı ki, hayatımızda kadının her konuda ve her alandaki kaptanlığı kadın sanatçıların Bienal’deki eserlerinde de kendini fazlasıyla hissettirmekte. Kadın sanatçıların eserlerindeki ince ve etkileyici üslup tüm ziyaretçileri derinden etkilemekte. Umarım erkekler olarak dünyamıza ve kadına artık çok daha fazla özen göstermemiz gerektiğini anlamışızdır.